16 Kasım 2017 Perşembe

Uzay’da Yaşam, Yaşabileceğimiz Başka Bir Yer Yok


Uzay’da Yaşam, Yaşabileceğimiz Başka Bir Yer Yok
Elon Musk kurduğu Tesla şirketi hem elektrikli araç hem de güneş panelleri konusundaki yaptıkları ile çağımızın en girişimci insanlarından bir tanesidir. Kendisinin Tesla haricinde uzay seyahati için kurduğu SpaceX şirketi de vardır. Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile SpaceX’in roketlerinin Türk uydularını fırlatılması konuşuldu. SpaceX roket maliyetlerini çok azaltarak uzayın keşfine önemli katkılar sağlayabilir.  Ama Elon Musk  SpaceX’in insanoğlunu Mars'a götüreceği ve çok gezegenli bir tür haline getireceği, hem de bunu 2024’te yapacağı iddiaları inandırıcılıktan çok uzaktır. Çünkü sorun Mars’a roket göndermek değil, Mars’a yaşayan bir insan göndermek ve orada yaşam kurmaktır.

SpaceX veya başka bir kurum Ay’a Mars’a hatta çok daha uzaktaki yerlere cansız araçlar, robotlar gönderebilir. Uzaya cansız aletler göndermek sadece uzay koşullarına radyasyon, aşırı sıcak/soğuk vb. dayanıklı aletler yapmaya ve onları oraya götürecek roketin boyutuna bakar. Daha büyük roket yaparsanız, daha uzağa gidebilirsiniz. Mesafe sınırları kolaylıkla aşılabilir. Ama konu insanın orada yaşamasına geldiğinde değişir. Çünkü Dünya ve atmosferi insanın yaşayabilmesi için uygun koşullar sağlar. İnsanı uzayın öldürücülüğünden korur. Uzaya çıktığınız anda bütün bu korumalardan mahrum kalırsınız. Sadece yaşamanız için gerekli oksijen, hava basıncı, yiyecek ve su sağlamanın dışında daha çok desteğe ihtiyacınız vardır. Uzaydaki yoğun radyasyonu kesecek kalın kurşun tabakalar, aşırı soğukta sizi hemen ısıtacak ve kısa sürede değişecek aşırı sıcakta sizi hemen soğutacak sistemler gibi . Zaten uzay yarışında ABD'nin önünde giden Rusya'nın ve diğer bütün uzay ajanslarının 21.yy Dünya alçak yörüngesinin 2000km’nin ötesine insan göndermeyi denememelerin arkasında uzaydaki bu öldürücü tehlikeler olduğu öne sürülür.

Uzayda yaşam kurmanın çok zor olamadığını iddia edenlerin en büyük kanıtı insanın Ay’a 1969’da ayak basmasıdır. Bir çok komplo teorisyenin insanın Ay’a aslında hiç gitmediği iddia ederler. Ve NASA’nın ve diğer uzay ajanslarının Ay’a “tekrar” neden insan gönderilmediğini sorarlar. Benim gördüğüm tek mantıklı cevap NASA’nın yeterli bütçesinin olmamasıdır. Biraz düşününce, resmi senaryoyu savunanların iddiası ABD’nin 1969 ila 1972 arasındaki 4 yılda 6 kez Ay’a insan gönderebilecek parayı bulabildiği ama sonraki 48 yıldaki onca teknolojik ilerlemeye rağmen, uluslararası ortak bir takımın (Örnek ABD, Rusya, Çin, Avrupa beraber) Ay’a “tekrar” insan göndermek için gerekli para bulmayı bırakın alçak yörüngenin ötesine geçmek için gerekli parayı dahi bulamadığıdır. Bu arada Apollo görevinde çekildiği iddia edilen Ay fotoğraflarının sahte olduğu hakkında çokça iddia varken, NASA uzay teleskoplarıyla ve uydularıyla uzayın derinliklerinin, Ay’dan 650 kat uzaktaki Mars’ın yüzeyinin fotoğraflarını çekebiliyorken, Apollo astronotların Ay’da bırakmış olmaları gereken araçların ve ABD bayraklarının güncel fotoğrafını bile çekemiyordur.  Özetle 1969 ila 1972 arasında 6 kez Ay’a insan göndermek ve hepsini hiçbir sağlık sorunu olmadan geri getirmek kolayken, 2017 yılında Ay’ın yüzeyinin detaylı fotoğrafını çekmek bile çok zordur. Sebebi de sadece bütçe yetersizliğidir. Uzaydaki öldürücü tehlikeler ve teknolojik yetersizliklerimiz değildir.

Alçak Dünya yörüngesinde bile olsa insan uzaya çıktı. Tehlikelere rağmen, orada hayatta kalabiliyor. Bir zaman sonra insan bu alçak yörüngesinin ötesine de geçip, daha tehlikeli ve daha uzak yerlere de gidebilir ve oralarda da hayatta kalabilir. Fakat uzayda hayatta kalmamızın sebebi yaşam için gerekli çoğu ihtiyacımızı Dünya’dan sağlamamızdır. Yiyeceğimizi, suyumuzu, havamızı, gerekli aletlerimizi ve diğer çok şeyi Dünya’dan uzaya taşıyoruz. En iyi eğitilmiş, en sağlıklı kişileri gönderiyor ve bir süre sonra onları geri getiriyoruz. Uzayda Dünya’ya bağımlı ve kısa süreli yaşam kurabiliyoruz.  Hedef uzun süreli ve Dünya’dan çokça bağımsız yaşam yani koloni kurmaksa çok daha fazla zorlukla mücadele etmeliyiz. Uzayda büyük ölçüde kendi kendine yeten bir sistem kurmalı, bir ekosistem yaratmalı, tarım yapmalı, atıklarımızı %100’e varan şekilde geri dönüştürmeliyiz. Günümüzün pilleri ve elektronik aletlerine güvenemeyiz. Çok daha zor şartlarda, çok daha uzun süre dayanacak alet yapmalıyız ve onları orada tamir etmeli, hatta öngörülmeyen durumlar için orada geliştirip üretebilmeliyiz.   Yıllarca yaşamalı, üremeli, çocuk doğurmalı ve büyütmeliyiz. Uzaydaki yeni koşullar yüzünden çıkacak yeni sağlık sorunlarına karşı çözümler bulmalıyız. Sonuçta insan Dünya’daki milyarlarca yıl süren evrimin sonucudur.  Uzaydaki bu yeni ortama evrimleşmek için yeterli zamanımız olmayacaktır. Bu yüzden uzayda her zaman o yeni ortamın yarattığı yeni biyolojik sorunlarla uğraşmak zorunda kalacağız. Sadece biz değil oraya götüreceğimiz diğer bütün canlılar da.  Tabii ki bunları yaparken Dünya’da bizi pek endişelendirmeyen, uzaydan gelebilecek meteorlar, güneş fırtınaları ve benzeri büyük tehditlere karşı da sürekli korunaklı olmalıyız. Bütün bunları sadece birkaç ay veya yıl için değil yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca yapabilmeliyiz. Burada bahsetmediğim hatta öngöremediğim birçok engel daha söz konusudur. Bu sorunları aşmak için gerekli teknolojik ihtiyaçlara bakınca kitleler için uzayda sürdürülebilir bir yaşam kurmak çok zaman alacak çok zor bir hedeftir.  Bugünkü teknoloji ile bile rahatlıkla yapılabilecek büyük bir roketle Mars’a robotlar göndermekle karşılaştırılamayacak seviyede bir zorluktur.

Sürdürülebilir bir yaşam yaratmanın ne kadar zor olduğunu anladıkça, insanoğlunun bunu yapabilmesi için değil onlarca, yüzlerce hatta belki binlerce yıla ihtiyacı olduğu anlaşılır. Aslında binlerce yıl bile milyarlarca yıllık evrim sürecinin yanında çok kısa bir süredir. Uzayda yeni ekosistem yaratmayı geçtim, daha Dünya’daki milyonlarca yıldır var olan ekosistemlerin problemlerini çözmekte zorlandığımızı, zaman zaman başarısız olduğumuzu hatırlatmak isterim.

Teknolojimiz hızla gelişiyor. Yakın zamanda daha uzun menzilli, daha ucuz, daha güvenilir uzay araçlarıyla, çok daha uzaklara gidip, yeni keşifler yapıp, farklı gezegenlerde üstler kurabiliriz. Fakat konu uzayda özellikle insana uygun olan sürdürülebilir bir yaşam kurmaya gelince çok ilkel seviyedeyiz. O kadar çok zamana ihtiyacımız var ki, tahmin etmek bile mümkün değil. Bu yüzden insan için Dünya ve Dünya’daki yaşam eşsizdir, elzemdir, varoluşsaldır, hiçbir şeyle paha biçilemeyecek kadar değerlidir.  Uzay macerasının Dünya’daki yaşama büyük tehdit olan onlarca yıl içerisinde etkisini çok arttıracak küresel çevre sorunlarına bir çözüm olmadığı da kesindir. İnsanlık tarihi boyunca katlanarak artmış, bugün felaketsel seviyeye ulaşmış küresel çevre sorunları varken, öngörülebilir bir gelecekte olması imkânsız uzayda yaşamdan sanki yapılabilirmiş gibi bahsetmek saçmalıktır. Bunun bizi gerçeklerle yüzleşmekten uzaklaştıran, bir algı yönetimi çabası olduğuna inanıyorum.  Gerçek, insanın Dünya kafesi içerisinde varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya olduğu ve Dünya’daki eşsiz yaşamı yok ettiğidir.  Uzayda Dünya’ya alternatif yaşam kurmak sadece uzak bir hayaldir. Ve biz hayallerde değil gerçek Dünya’da yaşıyoruz ve yaşamak zorundayız. Yaşayabileceğimiz başka bir yer yok.


15 Kasım 2017 Çarşamba

Uzay ve Dünya'daki Yaşam ve İklim Değişikliği

Uzay ve Dünya'daki Yaşam ve İklim Değişikliği

İnsanoğlunun uzaya olan merakı daha ilk çağlardan beri vardı. Uzayı gözlem seviyesinde olan bu merak, soğuk savaş dönemindeki Rusya ve ABD'nin uzay yarışı ile keşfetme aşamasına geçti.  Bu yarış, Neil Amstrong'un  1969'da dünyadan 384bin km uzaklıktaki Ay’a ayak basması ve 1972'ye kadar 5 kez daha gidilmesiyle büyük aşama kaydetti.  Belirtmek isterim ki, birçok komplo teorisyenleri 1969'da Ay’a aslında hiç gidilmediğini, ABD Nixon yönetiminin sahte görüntülerle bunu uydurduğunu iddia etmektedirler.

Uzay yarışı ve Ay’a ayak basılmasının görüntüleri kamuoyunda uzaya olan ilgiyi daha da arttırmıştır. Hollywood filmleri ve dizileri, bilim kurgu yazarları insanoğlunun uzayda kolaylıkla seyahat edebildiği, yeni gezegenlere yerleştiği ve yaşadığı bir gelecek anlatmaya devam ettiler.  O zamanlar anlatılan gelecek çok da uzak değildi. Genelde 2000'li yılların başıydı. Ne de olsa, daha önce neredeyse hiç uzay çalışması yapmayan ABD, 1958 yılında NASA'yı kurduktan 11 yıl sonra Ay’a insan gönderebiliyorsa, bundan 30 yıl sonra, 2000'lerde kim bilir nerelere gidilirdi, ne kadar büyük ilerlemeler olurdu.

Ama olmadı…

17 yıldır 2000'lerdeyiz ve bu süre içerisinde daha dünyadan ancak 2bin km uzaklıktaki Dünya alçak yörüngesinin dışına dahi insan göndermedik. Daha önemlisi sadece ABD ve Rusya değil, uzay yarışına sonradan katılan Çin, Avrupa devletleri, Japonya da gönderemedi ve yakın bir gelecekte gönderme planları da yok. Daha önemlisi Ay'a olan mesafesinin 200'de 1'i mesafedeki bu alçak yörüngedeki uzay istasyonlarında bile uzun süreli bir yaşam kuramadık. Ama popüler ünlüler, fantastik yazarlar ve filmler, Dünya'dan ortalama 225 milyon km uzaklıktaki, yani 2017 yılında insanın yaşayabildiği en uzaktaki uzay istasyonundan 100.000 kat daha uzak mesafedeki Mars'a insan göndermeyi anlatıyorlar. 

Her zaman teknoloji konusunda çok  büyük hayalleri olanlarla, o hayallerin gerçekçi olmadığını tartışmak çok zordur. Ne kadar iyi argümanınız olursa olsun genelde  siz küçük düşünen, kötümser insan olursunuz.  Bu gerçekdışı hayalperestlerden biri de elektrikli araçta devrim başlatan Elon Musk.  Elon Musk'ın SpaceX firması 2024 yılında Mars'a insan göndereceğini söylüyor. Ama  daha firması  Dünya alçak yörüngesine dahi insan gönderemedi. (2018 yılında göndermeyi planlıyorlarmış) Ama Elon Musk firmasının 7 yıl içerisinde defalarca yörüngeye insan göndermiş ABD, Rus ve Çin uzay ajanslarının yapamadığını yapacak ve 100.000 kat öteye Mars'a insan gönderecek.  Bu vaatlere inananlara saygı göstersem de, 225.000.000 km öteye gitmeden önce şu 2000km'deki alçak yörüngeyi aşıp,  5000km - 10000km'ye giderlerse, ve oradaki yüksek radyasyonda hayatta kalabilirse çok iyi olur.

Asıl önemli olan Elon Musk'ın 7 yıl içerisindeki Mars'a gidebilme büyük iddiası gerçekleşse dahi, yaşam için bir şey ifade etmeyecek olmasıdır. Çünkü Ay'da, Mars'ta veya güneş sistemimizdeki başka bir yerde yaşam kurmamız mümkün değil. Yaşam kurmanın mümkün olabileceğini iddia eden aklı başında hiç kimse yok. Oralara gidebilsek dahi ancak Dünya'dan oraya taşıdığımız gıda ve malzemelerle kısa süre yaşayabiliriz. Küçük bir ihtimal olsa dahi, üzerinde yaşam kurabilecek en yakın gezegen Wolf 1061 diye adlandırılıyor ve  Dünya'dan 14 ışık yılı uzaklıkta yani kabaca 140.000.000.000.000 km. Hani evrendeki en yüksek hız olan ışık hızında gidebilsek, oraya ulaşmamız 14 yıl sürecek. 

İnsanoğlu uzayda yaşam kurmak konusunda daha çok ilkel olduğunu, son 50 yılda çok az ilerlediğini, geniş kitleler için sürdürülebilir bir yaşam kurmak için daha çok yıllara belki yüzyıllara ihtiyaç duyduğunu fark ettiği anda, Dünya’nın terk edemeyeceğimiz, üzerinde yaşayabildiğimiz tek yer olduğunu daha iyi algılamaya başlayacaktır. Biraz rahatsız edici bir tanım olsa da Dünya insanoğlunun bir evinden ziyade dışarıya adım attığı anda öldüğü güvenli bir kafesidir. Ev kavramı başka bir eve taşınabilmeyi, birkaç evin olması gibi yanıltıcı algılara yol açıyor. Kafes ise insana gerçeği, Dünya dışında başka hiçbir yerde yaşamayacağını, çok daha iyi anlatıyor.

Dünya'nın bizim kafesimiz olduğu gerçeği ile yüzleştiğimizde, başta iklim değişikliği olmak üzere bütün küresel çevre sorunları daha farklı bir anlam ifade ediyor. Çevre sorunlarının ana sonucu Dünya'yı insanlar için daha az ve zor yaşanılabilir hale getirmesidir.  Dünya'daki yaşamın insanlar tarafından tahrip edilmesi binlerce yıldır devam ediyor ki son yüzyılda giderek hızlandı. Küresel çevre sorunlarını çözmenin çok zor olduğu da biliniyor. Bir atasözü ile durumu anlatırsam, zor bir durumda karşılaşıldığında "ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin." denilir. İşte İklim değişikliği ve küresel çevre sorunlarında bu diyardan gitme diye bir seçenek yok. Ya bu deveyi güdersin, ya da yok olursun.

Yok oluştan bahsedilirken bunun kısa sürede olacağı ve bütün insanlığı bir anda yok edeceği gibi anlaşılıyor. Birçok felaket tellalcısının iddiaları bu şekildedir.  Günümüzde Antarktika içinin ortalama sıcaklığı -57C ve kilometrelerce kalınlığında buz var. En kötümser iklim değişikliği senaryolarında dahi bu buzun erimesi ve Antarktika yüzey sıcaklığının insan yaşamı için aşırı sıcak hale gelmesi yüzlerce, hatta binlerce yıl sürer.  Kısaca geri kalan her yer çok sıcak olsa dahi Antarktika’da yaşamaya devam edebiliriz. Antarktika bitse bile daha yer altı veya okyanus altında yaşama şansımız var.

Özetle insanoğlu daha çok uzun süre ne Dünya dışı bir yerde sürdürülebilir bir yaşam kurabilir, ne de Dünya üzerinden yok olabilir. Nesiller boyunca bu gezegende yaşamak zorunda.


Küresel çevre sorunları ve iklim değişikliği aslında bu yaşamın kaç kişi ile ve nasıl olacağı ile ilgilidir.  Çünkü ekosistemler tahrip oldukça insanoğlunun Dünya'daki yaşayabildiği alan sürekli daralacaktır. Bu git gide daralan alanda kimler ve çocukları hayatta kalacak? Geri kalan kimlerin nesilleri yok olacak? Bu süreç bir iki yıl da sürmeyecek. Hani bir gün uyanacağız, Dünya'nın geri kalanı çok sıcak hadi Antarktika’ya yerleşelim denmeyecek.  İklim değişikliği ile geçecek yüzyıllar kıtlıklar, aşırı sıcaklar, yağışlar, felaketlerle ve muhtemelen savaşlar dolu olacak.  Git gide yaşam alanımız daraldığı gibi insan nüfusu da azalacak. Bu yüzden gideceği bir diyarı olmayan ve hemen de yok olmayacak insanoğlu bu deveyi gütmek, küresel çevre sorunlarını çözmek ve sonuçlarıyla yaşamayı öğrenmek zorunda. Ne kadar çabuk öğrenir ve harekete geçerse, o kadar az hasar ve acıyla gelecek on, yüz, bin yıllarını geçirir.  Gerçeklerle yüzleşmeyip, soruna çözüm üretmektense, sorundan kaçıp fantastik uzay seyahatine çıkmaktan, uzayda koloniler kurmaktan bahsedenlere ise iyi seyirler dilerim.  Sadece hatırlatmak isterim gerçek hayat her zaman mutlu sonla bitmiyor. 

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Tesla Model 3 ve Otonom Elektrikli Araç Devrimi

Makul fiyatla satın alınabilecek, tam elektrikli Tesla Model 3'ün ilk üretimleri sevk edilmeye başlandı. Şimdilik sadece 30 adet. Sıfır reklam kampanyası olmasına rağmen yarım milyonun üzerinde rezervasyon alındığı düşünüldüğünde düşük bir adet. Ama Tesla'nın kurucularından Elon Musk 2018 sonuna kadar hepsini üretecekleri iddia edecek kadar kendine güveniyor. Fakat geçmiş Tesla sevkiyat vaatleri ve gerçekler düşünüldüğünde  gecikmelerin olacağı kesin gibi. Yine de üretim sorunu Tesla'yı ve otomobil dünyasının geleceğini çok etkilemeyecektir. Çünkü hiçbir diğer otomobil üreticisi değil 2018, 2020 yılına kadar bile 500 bin adet elektrikli otomobil satma gerçekçi hedefi ve buna uygun yatırımları yok. Kısaca Tesla  gecikse bile hala açık ara elektrikli araçlarda lider ve sektöre yön veren olarak kalmaya devam edecektir.
Peki Tesla'nın liderlik ettiği elektrikli araçların geleceği nasıl?
Model 3 Tesla'nın geniş halk kesimlerine satmayı düşündüğü bir araç ama Model 3 ucuz bir araç değil. ABD'deki en düşük paketli satış fiyatı 35.000 USD olan Model 3, BMW 3 serisi fiyatlarında yani premium D sınıfı bir araçtır. Boyutlar, iç hacim, performans, güvenlik, konfor, teknolojik  unsurlar vb. düşünüldüğünde model 3 rahatlıkla 3 serisi ile rekabet edebilecek hatta onlardan üstün seviyededir.
Buradaki asıl sorun BMW 3 ve  o fiyat segmentindeki araçların sektördeki en çok satış yapılan araçlar olmaması. Toyota Corolla, WV Golf ve Jetta gibi C sınıfı araçlar on yıllardır en çok satılan otomobiller ve şu anki fiyatlandırma ile neredeyse Model 3'ün yarı fiyatındalar.
Bu fiyatların vergi teşviki olmadan ilk satın alma fiyatları olduğunu unutmamak gerek. Bir çok ülkedeki vergi teşfikleri ile model 3 premium D sınıfı araçlardan daha ucuz olacaktır. Yine de bir C sınıfı araç fiyatında olması pek olası değil.
Elektrikli araçların kullanımın sürecindeki düşük maliyetleri düşünüldüğünde model 3 C sınıfı araçlarla rekabet edebilecek seviyeye gelecektir. En önemli maliyet tabii ki yakıt, yakıt olarak elektriğin maliyeti benzin veya dizelin çok altında; 1/3 hatta daha azı. Ayrıca elektrikli araçlar çok daha düşük bakım maliyeti olan araçlardır. Elektrik motoru, içten yanmalı motorlara göre çok daha dayanıklı ve  neredeyse hiç bakım istemez.  Yağ, yakıt filitresi, biju değiştirmek gerekmez. Ayrıca elektrikli araçlarda çok güçlü motor freni olduğunda günlük kullanımda araç frenleri daha az kullanılır bu da frenlerin daha uzun ömürlü olmasını sağlar. Eektrikli araçların yıllık bakım maliyeti normal araçların yarı maliyetinden aza gelecektir. Türkiye'de iki yıldır Tesla Model S'i hava filitresi değişimi  hariç hiç bakım yaptırmadan rahatlıkla kullananlar var. 
Maliyetler konusundaki diğer bir önemli nokta ise olası yenilikler ve teknolojik gelişmelerdir.  Bugün  kullandığımız dizel veya benzinli araçlar onlarca yıldır sürekli geliştirilmiş, her türlü maliyet düşürücü unsurlar uygulanmış araçlardır. Bu araçlarda maliyet düşürücü veya performans artırıcı devrimsel bir gelişme olması pek olası değildir. Zaten son on yıldaki gelişmelere bakarsanız, araç içi elektroniği ve şanzıman sistemleri hariç önemli bir gelişme olmadığını, benzer performans ve maliyetlerde araçlar üretildiğini görebilirsiniz. Elektrikli araçlar için ise durum farklıdır.
Elektrikli araçların üretimi şimdilik daha maliyetli olsa da aslında üretimi daha basit araçlardır. Elektrik motoru, içten yanmalı motorlar göre daha basit yapıya sahiptir. Elektrik motoru  oldukça eskidir neredeyse 200 yaşındadır. Bu süre içerisinde çok geliştirilmiş ve bugün yüksek performanslı, çok verimli, dayanıklı ve ucuz üretilecek şekle getirilmiştir. Elektrik motorun bu üstünlüğü sayesinde birkaç yıllık otomobil firması olan Tesla dünyanın en hızlı seri üretim otomobili olan Model S'i üretebilmiştir. 0'dan 100km/s hıza 2,4sn'de çıkabilmesiyle Porsche veya Ferrari gibi spor araç üreticileri dahil bütün üreticilerin seri üretim modellerinin hepsinden daha hızlıdır.
Elektrikli araçların üretimi maliyetini  arttıran ve kullanım ömrünü azaltan temel etken pildir. Pillerin hem kendileri maliyetlidir. Hem de yüksek ağırlıkları ve hacimleri yüzünden aracın üretimindeki diğer maliyetleri de arttırmaktadırlar. Pil teknolojileri sürekli gelişmekte olan bir teknolojidir. Günümüzde otomobiller için gerekli çok yüksek hacimde ve ucuz pil üretimi gerçekleştirecek fabrikalar henüz yoktur. İlk olarak Tesla GigaFactory dediği devasa fabrikasını kurmaktadır. Bu devasa fabrikalar kuruldukça pil üretim maliyetleri kesinlikle düşecektir. Pillerdeki enerji verimliliği, yoğunluğu ve dayanıklılığı da paralelde artarsa ki sürekli artıyor otomobillerdeki pil maliyetlerinde büyük azalma görebiliriz. Bu da elektrikli araçları sadece kullanım boyunca değil ilk satın almada da daha ekonomik olmasını sağlayacaktır.
Elektrikli araçların geleceğin araçları olacağı açıktır. Bu yüzden de bir çok ülke 20 -30 yıl içerisinde içten yanmalı motorlu otomobillerin satılmasını yasaklamayı planlıyor hatta ilgili yasaları çıkardılar bile.  Bu 20 yıl içerisinde elektrikli araçları ilgilendiren bence asıl problem elektrikli araçların kendisi veya üretimi ile ilgili değil dünyadaki elektrik altyapısı ile ilgilidir.
Günümüzde Tesla'nın kurduğu süper hızlı şarj istasyonlarında en hızlı şekilde  bir araç ancak 30 dakika makul mesafe için yeterli enerjiyi alabiliyor. Bu süre istasyondaki yoğunluk durumunda daha da artıyor. En önemlisi ise süper hızlı şarj istasyonlarının sayısının az olmasıdır. Bu yüzden çoğu elektrikli araç sahibi araçlarını daha yavaş şekilde evinde veya park yerlerindedeki şarj istasyonlarında şarj ediyor. Bu şekilde şarj süresi birkaç saati bulabiliyor hata normal şebeke elektriği kullanılırsa 1 günü dahi bulabiliyor. Avrupa ve ABD'de evinde şarj cihazı ve yakınlarında süper şarj istasyonları olanlar için uzun şarj süresi ciddi bir sorun oluşturmamaktadır. Bir çok Tesla kullanıcısı şarj konusunda çekindiklerinden daha az sorun yaşadıklarını ve memnun oldukları söylemektedirler. Şarj konusunun zaman içerisinde daha da gelişeceğini ön görebiliriz.
Elektrikli araçların şarj konusundaki en büyük sorun nüfus yoğunluğu yüksek yerler ve gelişmekte olan ülkelerdir. Bugün satılan otomobillerin büyük çoğunluğu artık bu yerlerde ve ülkelerde satılmaktadır.  ABD veya Avrupa'da biri müstakil bir eve veya garaj sahip olup ve  aracını  burada ufak bir yatırımla rahatlıkla şarj edebilir. Ama Çin'de, Hindistan'da, İstanbul'da veya benzeri şehir ve ülkelerde otomobil için müstakil bir garaj bulmak bir aracın maliyetinin bile üstündedir. Bu durumda araç sahibinin kendi çabasıyla şarj sorununu çözmesi çok zordur. Sadece belli yerlerdeki şarj istasyonlarına bağlı kalmak da bu kullanıcı için  pratik bir çözüm olmayabilir. Kısaca evlerde veya evinize  yakın araç park yerlerinde yeterli şarj istasyonu olmadığı müddetçe elektrikli araçlar bütün halk kesimleri için tercih edilen çözüm olamaz daha ekonomik ve üstün teknoloji olsalar dahi.
Diğer bir sorun da özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki elektrik altyapısının elektrikli araçların talebini karşılayacak seviyede olmamasıdır. Bir çok ülkede mevcut altyapı mevcut talebi bile karşılayamıyor. Elektrikli araçların yaratacağı ek talep için devletlerin ciddi yatırımlar yapmaları gereklidir. Bugüne kadar devletlerin yatırım hızının özellikle Tesla'nın elektrikli araç yatırım ve geliştirme hızın çok arkasında kaldığı bir gerçektir. Mesela Tesla Türkiye'de süper şarj istasyonu kurmak için izin almak da bile zorlanmaktadır. Gelecekte elektrikli araçlara altyapı kaldırmadığı için yaygınlaştırmamak bir ülke için büyük bir kayıp olacaktır.
Elektrikli araçların şarj sorunu ve altyapı ihtiyacı için teknolojik gelişmelerin sunduğu çözümler de var. Yenilenebilir enerji üretimin özellikle güneş ve rüzgar enerjisi hızla gelişiyor. Bugün güneşten elektrik elde etmek nükleerden daha ucuz bir çok durumda kömür veya doğalgazdan bile daha ucuz oluyor. Elektrikli araçlar yenilenebilir enerji üretimi ile çok uyumlu çalışabiliyorlar. Eviniz, iş yerininiz veya evrenizdeki bir güneş paneli veya rüzgar santralinin ürettiği fazla elektrik, araçları şarj etmek için kullanılabilir. Elektrikli araçlar pil görevi üstlenebilir.
Asıl şarj sorunu çözebilecek ve  devrimsel değişime yol açacak teknoloji ise otonom sürüştür. Bugün başta Tesla olmak üzere bir çok otomobil üreticisi kendi kendini kullanabilen araçlar geliştirmektedir. Şu anki teknolojinin ulaştığı seviye bile daha birkaç yıl öncesinde inanılamayacak seviyededir. Tam otonom sürüş olduğunda araç sadece sizi bir yerden bir yere götürmeyecektir. Araç kendisi de siz olmadan bir yere gidebilecektir. Bu teknoloji geliştiğine sizi evinizden alıp işinize bırakmış araç şarj olmak için başka bir yere gidebilir. Şarj olduktan sonra sizi olduğunuz yerden alıp başka bir yere götürebilir. Bunu günün her saati gece de yapabilir. Bu durumda sizin evinizde veya yakınınızda şarj istasyonu olmasa dahi aracınız şarj sorunu yaşamaz.
Otonom sürüşün asıl yaratacağı büyük devrim ise kişisel araç satın almayı tamamen gereksiz bırakabileceğidir. Siz bir yerden bir başka yere kendiliğinden götüren araç artık aslında bir taksidir.  Sizin ihtiyacınız olmadığı zamanlarda da bu otonom araç, başkalarının araç ihtiyacını karşılayabilir.  Normalde bir kullanıcının yılda 10.000 - 20.000 arası km yol yaptığını ama bir taksinin 100.000 ve üzeri yapabildiği düşünüldüğünde sürekli birilerine hizmet eden bir otonom aracın ilk satın alma bedeli km başına 5'te hatta 10'da birine düşebilir. Bu büyük maliyet azalması bir otomobil almaktansa büyük otonom elektrikli araç taksi filoların gelişmesine yol açacaktır. Bir taksinin en büyük maliyeti olan taksi sürücüsü artık olmayacak. Aynı zamanda diğer iki önemli maliyet olan yakıt ve bakım da çok daha düşük olacak. Normal bir otomobil sahibi de artık, araç parkı, şarjı, sigortası, bakımı vb.  işlerle uğraşmayacak, ulaşım ihtiyacı olduğunda kısa veya uzun mesafe fark etmeksizin araç çağırıp kullanacaktır. Hepsi merkezi bir sisteme internetten bağlı olacak büyük elektrik araç filoları elektrik altyapı ve yönetimini büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Kolaylıkla yazılabilecek optimizasyon programlarıyla elektrik üretimi ile elektrikli araçların talebi dengelenip, elektrik altyapısına çok daha az yük bindirecek şekilde çok daha ucuza enerji üretimi olacaktır.
Yenilenebilir elektrik enerji üretimi ve otonom elektrikli araçlar, ve optimizasyon sayesinde ülkeler  petrol ve doğalgaza bağımlılığından kurtulup tamamen kendilerine yeter hale gelebilirler. Bunun sadece ulaşım ve enerji sektöründe değil Dünya ekonomisi ve siyasetinde de büyük değişimlere yol açacağı kesindir. Dünya'nın en karlı şirketleri ve en zengin kişileri artık bu az sayıdaki fosil yakıt kaynaklara sahip kişiler, şirketler ve ülkeler değil teknoloji geliştiren ve teknolojiyi üretenler olacaktır. Bugün Tesla'nın kendisinden onlarca kat daha fazla otomobil üreten otomobil şirketlerinden daha değerli olmasının sebebi daha başlangıcında olduğumuz devrimsel değişim sürecidir.
Diğer taraftan bu devrim sadece fosil yakıt kaynaklarına sahip kişi ve ülkeleri değil bu teknolojik devrime ayak uyduramayacak her ülkeyi zorlayacaktır. Elektrikli araçlar yaygınlaşıp petrol talebi düşünce petrol fiyatları da düşecektir. Bu düşüş kendi elektrik altyapısını ve yollarını geliştirmeyen ülkelere  geçici bir rahatlama sağlasa da otonom elektrikli araçların bir ülkeye yakıt maliyeti haricinde çok daha büyük katkıları olacaktır. Düşünsenize hem elektrikli araçların hem de elektriğin çok ucuzladığı, ulaşım maliyetinin çok düştüğü bir Dünya'da yeni bir boyut gelişir. Çünkü ulaşım  sadece insan taşımacılığı değil karasal yük taşımacılığıdır da ve elektrikli otonom araçlar yük taşımacılığında da devrime neden olacaktır. Taşımacılık sadece süper ucuz mal olmayacak ayrıca 365gün, 24 saat aktif  ve muhtemelen çok daha hızlı olacaktır. Ulaştırma ve taşımacılıktaki bu büyük gelişmeler günümüzün üretim satış ve tedarik zincirleri sistemlerini değiştirecek ve bir çeşit sanayi devrimi yaratacaktır. Online ticaretin egemen olduğu, yiyecek dahil her türlü ihtiyacın evinize kadar üreticiden hızla geldiği, yerel market, eczane gibi stok tutan yerlerin önemini kaybettiği bir ticaret ve üretim sistemi.  Bu yeni sistemde verim artacak, kayıplar çokça azalacak yeni  bir toplum  ve üretim düzeni gelişecektir.
Ulaşımının ucuzlayıp, otonomlaşıp, hızlanmasının neleri nasıl değiştirebileceğini tam öngörmek mümkün değil özellikle paralelde çok hızlı ilerleyen diğer teknolojik gelişmelerle olduğu düşünüldüğünde.  Fakat Tesla Model 3'ün bu devrimsel dönüşümde önemli bir adım olduğu bir gerçektir.

16 Mayıs 2017 Salı

İNSANIN GEREKSİZLEŞMESİ, TEKNOLOJİ ve EKONOMİ

İnsanların gereksiz olacağı ve teknolojinin insanların yerine alacağı  ve insanların gereksiz olacağı iddiası yine gündeme geldi.  Noah Harari'nin  açıklamaları ve Endüstri 4.0 sunumları bu iddianın yine popüler olmasını sağladı. Yine diyorum çünkü bu çok eski bir iddiadır. Sanayi devrimin başından beri belki de daha eskidir. İnsanın geliştirdiği cihazlar ve makinelerin insanın yerine alacağı insanların sonuçta işsiz kalacağı gereksiz olacağı hep söylenip durmuştur.
Düşünsenize onlarca yük hayvanı ve yüzlerce işçinin yapabileceği işi beş on kişinin geliştirdiği makine daha iyi şekilde yapabiliyor. Traktör ve tarım makineleri  onlarca tarım işçisinin yaptığı işi yapıyor.  Bütün bu  çok istihdam sağlayan işleri makineler yapınca insanlara ne olacak?
Tarih bu sorunun cevabını yüzlerce kez vermiştir. İnsanlar yeni işler yaratmışlardır. Teknolojik gelişmelerinin en hızlı yaşandığı zamanlarda bırakın insanların işsiz kalmasını işçi bulamama sorunu baş göstermiştir.
Uzaya çıkmak için yarış yapıldığı, televizyon gibi devrimsel teknolojilerin hızla geliştiği 60 ve 70'lerde Avrupa'da firmalar ciddi çalışan bulma sıkıntısı yaşıyordu. Bu yüzden Almanya Türkiye'den işçi talep etmiştir. Benzer zamanda Japonya, ABD gibi büyük ekonomilerin neredeyse hepsinde çok düşük işsizlik oranı vardı. Sovyet blokunda da doğal olarak tam istihdam vardı.
Bilişim devrimin yaşandığı, teknolojinin ve internetin hızla geliştiği  90 lar ve 2000'de teknolojik gelişmeler yüzünden işsizlik ortaya çıkmamış hatta özellikle başta Çin ve Hindistan olmak üzere küresel çapta yüz milyonlarca insan  yeni sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışmaya başlamıştır.
Bunun aksine insanların gereksiz olduğu ve işsiz olarak ortalıklarda dolaştığı başka bir zaman vardır. 1929'da başlayan 1930'larda devam büyük buhran denilen ekonomik krizdir. Bunalım dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, yeryüzündeki toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin de %65 oranında azalmasına neden olmuştur. Sonuçta bu buhran 2. Dünya Savaşı'na sebep olmuştur.  
Farklı ekonomik krizlere de bakınca benzer sonuçlara ulaşılmaktadır. Kriz ve sonrasında işsizlik çok artmakta, insanlar kendilerini değersiz hissetmeye başlamaktadırlar.  En güncel olarak 2008 finansal krizinden sonra emlak ve bankacılık sektörü gerileyen İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde işsizlik %20'nin üstüne çıkmış. Daha vahim olarak gençlerdeki işsizlik veya düşük kalifikasyondaki işlerde çalışmak %50'nin üstüne çıkmıştır. Yüksek eğitim almış ama vasıf gerektirmeyen asgari ücretli işler haricinde iş bulamayan umutsuz gençlerin,   krizde işini kaybetmiş  uzun süredir iş görüşmesi için bile çağrılmamış,  tekrar iş bulma umudu kaybetmiş   milyonlarca 40 yaş ve üstünde insanların ülkeleri oldular. 
Kısaca teknolojinin hızla ve sürekli geliştiği 200 yılda teknoloji  yüzünden insan değersizleşmemiştir ve işsizlik artmamıştır. Bu iddia doğru olsaydı  sürekli artan bir işsizlik grafiği olurdu. Ama işsizlik grafiği inişli çıkışlıdır. Aksine iş kalitesindeki, insan haklarındaki ve değerindeki artış teknolojinin hızla geliştiği bu 200 yılda olmuştur.  İnsanı değersizleştiren şeyler her zaman ekonomik  krizler ve savaşlardır. Günümüzde insanın değersizleşeceğini, işe yarmayacağını iddia edenler ilk önce son 200 yılda hızla gelişen teknolojilerin neden insanı işsiz bırakmadığını ama bu sefer bırakacağını açıklamaları gerekmektedir. Fakat bu açıklamayı iddia sahiplerinden duymuyoruz. Aynı şekilde onların insanı asıl değersizleştiren ekonomik krizler ve savaşlardan bahsettiklerini de duymuyruz. 
O zaman tarihi gerçeklerden ve bilimsel yaklaşımdan, geçmişte çokça tartışılmış teknolojinin insanı gereksizleştireceği iddiası neden gündemdedir?
Benim aklıma gelen cevap; yaklaşan ekonomik krizdir. Küresel finans sistemi biraz bilenler mevcut yapının sürdürülemez olduğunu, 2008 krizinde küresel ekonomik yapının çökme tehlikesi yaşadığını ve 2008 krizini yaratan temel sorunların çözülmediğini hatta daha da büyüdüğünü bilmektedirler. 2008 krizi veya yaklaşan krizin ana sebebi yozlaşmış bankacılık sistemi ve onlara hizmet eden politikacılardır. Yeniden gündeme gelen insanın gereksizleşeceği iddiası amacı bence  yaklaşan ekonomik krizin yaratacağı büyük işsizliğin suçunu asıl sorumlular olan büyük sermayeciler veya politikacılar yerine teknolojiye atma çabasıdır. 

Endüstri 4.0, yapay zeka v.b gelişmelerin insanı gereksizleştireceğine inanmayın. İnsan yaratıcılığı yüz yıllardır aynı şekilde ilerliyor. Ortada yeni bir devrim veya kırılma da yok. Yeni ürünler ve yeni hizmetlerle yaşam kalitemiz artıyor, istidam yaratılıyor. Sürdülebilir enerji , yeşil teknolojiler, bilişimdeki gelişmeler başta olmak üzere nice teknolojik gelişmeler insanlığa çok güzel bir gelecek vaat ediyor. Asıl sorun mevcut ekonomik ve politik sistem. Bu sistem bir taraftan küresel bir ekonomik krize insanlığı götürürken, diğer taraftan küresel ısınma ve ekolojik çöküşe yol açıyor. Küresel finansal sistemin çökmesi veya yaşanacak ani küresel ısınmanın yol açacağı gelecek ise tam kıyamet senaryosudur. Bu kıyamet senaryolarını durdurmakta insanın en büyük yardımcısı da teknoloji olacaktır. 

26 Ocak 2014 Pazar

Cevap: Değer Yargıları ve Çelişki

Lütfen bu yazıyı okumadan önce bu soruyu cevaplayınız.

Yolsuzluk hakkındaki sorumun kolaylıkla bulunabilecek doğru yanıtı yolsuzluğu onaylamaktır. Onaylama durumunda sadece yolsuzluk yapan yönetici, denetçi ve yatırımcı değil aynı zamanda elektrik hizmeti alan bölgedeki vatandaş ve üreticiler, ekonomisi büyüyen ve geliri artan devlet ve bölge de kazançlı çıkmaktadır.

Her ne kadar sorunun yanıtı çok basit “onaylarım” olsa da neredeyse hiç kimse kamuoyu önünde onaylayacaklarını söylemez. Yolsuzluk her durumda yanlıştır ve sadece yolsuzluk yapan kişilere fayda sağlar gibi toplumdaki egemen değer yargılarına ters düşen “yolsuzluğu onaylıyorum” cevabını vermektense değer yargılarını savunma tepkisini verirler. İlk önce göz ardı etmeyi tercih edip cevap vermezler. Soruyu küçümseyip, değersiz ve mantıksız bulup tartışmamayı veya hiç olmamış gibi davranmayı tercih ederler.

Cevap verme gerekliliğini hissettiklerinde onaylıyorum veya onaylamıyorum cevaplarından bir tanesini vermektense verimlilik artırırım, alternatif enerji kullanırım gibi soruda belirtilmeyen öneriler getirirler. Aslında yaptıkları onaylamıyorum yanıtı için bahaneler üretmektir. Soruyu soran tartışmayı ilerletip öne sürülen önerilerin çözüm olmayacağını senaryoda ufak değişikliler yapıp gösterirse, mesela alternatif yatırım ile ilgilen şirket yok, verimlik artışı için halk desteği ve zaman yok denilirse, cevap verenin tepkisi de değişir. En iyi savunma saldırıdır prensibi ile davranmaya başlarlar. Soru soranın kişisel özelliklerine odaklanıp, niyetinin kötü, bilgisinin yetersiz, ifade biçiminin saygısız, uzlaşılmaz biri olduğu gibi suçlamalarla soruya cevap vermektense tartışmayı başka yöne çekmeye veya tamamen bitirmeye çalışır.

Diğer bir saldırı yönetimi de soruyu tartışmadan sonuca ulaşmaya ve sonucu tartışmaya çalışmaktır. "O zaman yolsuzluk iyi mi demek istiyorsunuz? Bırakalım yolsuzluk serbest mi olsun? Herkes yolsuzluk mu yapsın?" Bu tavrın amacı tartışmak değil soruyu soranın saçmalayan, görüşleri dikkatte alınmaması gereken biri olduğu göstermeye çalışmaktır. Bu saldırılar yüzünden özellikle toplumun hassas olduğu değer yargılarına aykırı konuları kamuoyu önünde tartışmak çok zordur.  Ortam gerilir. Ortamı germek ve tartışmayı imkansız hale getirmek, cevap veremeyenlerin yapmak istedikleridir. Böylelikle hatalı olan değer yargılarına inanmaya ve diğer insanları da inandırmaya devam edebilirler.

Daha az sayıda ve daha açık yürekli insanlar sorudaki koşullar altında dahi onaylamayacaklarını söylerler. Onaylamamak hatalı tercihtir. Çünkü biraz üzerinde düşünüldüğünde onaylamamanın açıkça yolsuzluğu daha da arttıracağı anlaşılır. Yolsuzluğu yanlış bulan insanlar toplumun talebi olmasına rağmen her koşulda kendilerini feda ederek yolsuzluk yapmayı ret ediyorlarsa, sahip oldukları iktidarı yolsuzluk yapan rakiplerine bırakacaklardır. Siz iktidarda olsanız, toplumun faydasını düşünerek ve kendinize de zarar vermeden rahatlıkla engelleyebileceğiniz gelecekteki yolsuzluklar dahi artık rakibiniz iktidara sahip olduğundan devam edecektir. Özellikle rakibiniz sizden çok daha popülerse ve iktidarını sağlam görüyorsa oy kaybetmeyi dahi göze alarak büyük yolsuzluklar yapmayı dahi göze alabilir.  Ayrıca rakibiniz sizin her durumda yolsuzluğa karşı olduğunuzu ve nasıl davranacağınızı bilmesi sizin için büyük dezavantajdır.  Rakibiniz size rahatlıkla tuzaklar kurabilir ve iktidarda kalıcı olmamanız sağlayabilir. Bu yüzden rakibini ve koşullarını dikkate almadan her durumda yolsuzluğu onaylamamak, kaybetmesi kaçınılmaz bir stratejidir.

Bu soruda vurgulanmak istenen hayatın siyah beyaz, doğru yanlış gibi keskin çizgilerle ayrılamayacağı ve birçok çelişkiyi içinde barındırdığıdır. Tabii ki yolsuzluk temelde yanlıştır ve olmaması gerekir. Fakat bu soru yolsuzluk yapmanın avantaj sağladığı, yolsuzluğu mantıklı kılan koşullar olabileceğini ve tamamen yolsuzluk karşıtı bir davranışın daha da fazla yolsuzluk yaratabileceğini göstermektedir. Yolsuzluğa karşı olsak dahi yolsuzluk yapmak bazen tercih edilmelidir. İnsanın kendi ideallerinin aksine hareket etmesi hayatın karmaşıklığının bir parçasıdır.

Diğer insanları değerlendirirken de o insanların içinde bulundukları koşullar ve rakipleri incelenmelidir.  Sadece sonuçlara, örnek olarak yolsuzluğa onay verip santrale yaptırmasına, bakarak değerlendirmek hatalı yargılara neden olabilir. Aslında toplumu düşünen birinin kişisel çıkar peşinde koştuğu veya tam tersi sadece kendi çıkarını düşünen birinin toplumun faydasını düşündüğü zannedilebilir.

Bu basit soruya karşı insanların verdikleri tepkiler de insanların büyük çoğunluğunun bu karmaşıklığı ve çelişkiyi anlamadığını, detaylara inmektense yüzeysel düşündüklerini ve aşıra basite indirgenmiş değer yargılarına sahip olduklarını gösterir.  Bu değer yargıları o kadar güçlüdür ki, hatalı oldukları rahatlıkla anlaşılabileceği durumlarda dahi insanoğlu onlardan vazgeçmez. İnsanoğlunun bu özelliği yolsuzluk gibi karmaşık ve zor olan sorunların çözülmesini daha da zorlaştır.


Bu sorudan yola çıkarak yapılabilecek daha çok tartışma vardır. İlerleyen yazılarda devam edeceğim. 

Soru: Yolsuzluğa Onay Verir misiniz?

Bir bölgenin seçim ile seçilmiş yeni yöneticisisiniz. Bölgeniz büyüyor, birçok kaynak gibi elektrik talebi de artıyor. Fakat mevcut elektrik santralleri talebi karşılayamamaya başlamış. Elektrik kesintileri oluyor. Durum her geçen yıl kötüleşiyor. Bölgenizdeki hem üreticiler hem ev sakinlerinden ciddi şikayetler alıyorsunuz. Bölgenizin üretiminin düşmesi, ekonomisinin küçülmesi, istihdamın azalması söz konusu ve halk arasındaki popülariteniz sürekli düşüyor. Bu gidişat ile gelecek seçimleri kaybedersiniz. Bütçeniz yetersiz, santral yatırımı yapamıyorsunuz. Bölgenizden bir nehir geçiyor. Bir firma bu nehre hidroelektrik santrali kurabileceğini 30 yıl işletme karşılığı, yatırım için hiç ücret almayacağını söylüyor. Santral inşaatı ve işletmesi bölgenizde istihdam sağlayacak. Hem elektrik üretimi ve tüketimi arttığından bölgeniz ekonomik olarak büyüyecek. Devletin vergi geliri ve bütçeniz artacak. Fakat bu santral çevre koruma kanuna aykırı ve denetçi olumsuz rapor vermek istiyor. Yatırımcı şirket hem denetçiye hem de size ciddi miktarda, çok gizli şekilde rüşvet verme önerisini sunuyor. Denetçi de rüşvetle raporunu değiştirmeye hazır. Yatırım sadece sizin onayınıza kalmış. Benzer onayı vermiş yüzlerce başka bölge yönetici var ve hiç biri şu ana kadar hiç bir ceza almadı. Hatta takdir edildiler, oylarını arttırıp tekrar seçildiler. Zaten seçimdeki en büyük rakibinizin yolsuzluk yapan biri olduğunu, seçilirse bu yatırımı onaylayacağını biliyorsunuz.

Yönetici olarak santrali yapılmasına onay verir misiniz? Vermez misiniz?


Onay verirseniz kimler ekonomik kazanç sağlar? Onay vermezseniz kimler ekonomik kazanç sağlar?

11 Ocak 2014 Cumartesi

İstanbul'un 2014 Olası Su Sorunu

Türkiye ve özellikle İstanbul bu kış tarihin en yağışsız kışlarından bir tanesini yaşıyor. Toplam yağışın %69'u Ekim ve Mart arasındaki 6 ayda düşüyor ve bu sene nerdeyse hiç yağış düşmedi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün son 9 aylık Türkiye'deki kuraklık durumunu gösteren harita Türkiye'nin geniş bölgelerinin ve İstanbul'un şiddetli, çok şiddetli veya olağanüstü kuraklık içinde olduğunu gösteriyor.[1]

Kuraklık tarımı etkileyecektir. Gıdasını dışarıdan alan İstanbul'da yaşayanlar kuraklığı ilk önce gıda fiyatlarında artış olarak fark edecekler.
Asıl hissedilecek etki olası su kıtlığı ve kesintileridir. 2006 yılında Kocaeli'nde yaşanan su kıtlığından dolayı hem vatandaşlar susuz kalmış hem de bir çok fabrika üretimini durdurmuştu. O zaman ki su sıkıntısı İstanbul'un Kocaeli'ne su vermesiyle çok daha ciddi boyutlara gelmeden önlenmişti. İstanbul'da 2007 yılında yaşanan kuraklıkta İstanbul'daki barajlardaki su seviyesi Ocak 2008'de %26 gibi çok düşük değere kadar düşmüştü. [2] 

Fakat tam da 2007'de tamamlanan Melen projesinin 1. Etabı sayesinde İstanbul'a Melen'den su gelmiş ve İstanbul kuraklığı ciddi su kesintileri yaşamadan atlatmıştı.

2013'te 2007 gibi kurak geçti ve kuraklık 2014'te de devam ediyor. Barajlardaki doluluk oranı sadece %34. Kuraklık devam ederse İstanbul Türkiye'deki bir çok il gibi su kıtlığıyla karşı karşıya kalabilir. Su sorun ile ilgili "Melen, Yeşilçay ve Istranca Barajları'ndan İstanbul'umuza sürekli olarak su akışı sağlıyoruz." açıklamasını yapan Sayın Topbaş, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve İSKİ temsilcileri sorun yaşanmayacağını söylüyorlar. [4] Melen Projesi'nin 2. Etabı'nın tamamlanmak üzere olduğunu yıllık 307 milyon m3 ek su geleceğini [5] ve inşaa edilecek 3 yeni baraj ile " İstanbul'a 3 yıl boyunca hiçbir yağış düşmese dahi tüm su ihtiyacını karşılayabilecek bir kapasiteye" ulaşacaklarını belirtiyorlar.
Siyasilerin rahatlatıcı açıklamalarından gözden kaçan önemli noktalar var. Bunlardan ilki İstanbul'a ek su getirecek Melen 2 bitmek üzere denilse de hizmete alınması 2015 yılında olacağı aynı İSKİ haberinde ifade ediliyor. [5] Diğer haberde de yeni yapılacak barajların daha temel atma törenlerinin dahi gerçekleştirilmediği ve ne zaman hizmete girecekleri hakkında bilgi olmadığı görülüyor. [4]  Kısaca önemli yatırımlar yapılıyor ama en yüksek yağış alan mevsimi kurak geçirdiğimizden önümüzdeki aylarda normal yağışlar gelse dahi Melen 2  erken hizmete girmezse 2014'de su kıtlığı yaşanabilir. Eğer şimdiki olağanüstü kuraklık hali devam ederse Melen 2 hizmete girse dahi su kıtlığı yaşanabilir. Ayrıca İstanbul'un yaşayabileceği su sorununu aynı anda Kocaeli'nin de yaşayacağını unutmamak gerekir.
Yağışların gelmesi ve kuraklığın bitmesi hepimizin temennisi olması gerekse de kuraklık şartlarında su kıtlığına karşı alınabilecek çok fazla önlem yoktur. Hava modifikasyonu yolu ile bir miktar suni yağış elde edilebilse de asıl çözüm su tasarrufu yapmaktır. 2014 belediye seçimleri yılı olması sıkı su tasarruf önlemleri uygulanmasında sorun yaratabilir. Belki de su tasarrufuna şimdiden başlanması gerekse de özellikle Bakan Eroğlu'nun "Elhamdülillah İstanbul'a 1 saat dahi su sıkıntısı yaşatmayacağız" ve  Sayın Topbaş'ın "İstanbul'da büyük kuraklıklara rağmen çok şükür herhangi bir su sıkıntısı yaşatmadık, yaşatmayacağız" açıklamaları tasarruf önlemlerin en azından kamuoyuna açıklandığı kadarıyla uygulanmayacağı gösteriyor.
Suyun hayatımızın ve ekonomimizin belki de en önemli kaynağı olduğunu unutmadan, kimilerine göre kötümser bir davranış olsa da ihtiyatlı davranmak ve tedbirleri erken  almak bence en akıllıca yöntemdir.